23 Nisan 2009 Perşembe

Müzeyi Pazarlamak Neden Ayıp?

Müze pazarlaması denildiğinde müzeyi veya içindekileri satmaktan bahsedildiğini zanneden bir kesim var hala. Üniversitelerde işletme bölümlerinde ilk öğretilen şeylerden biri "pazarlama" ve "satış" kavramlarının birbirlerinden çok farklı şeyler olduklarıdır. Ama günlük hayatta pazarlama kavramı kapı kapı dolaşıp tencere,süpürge satan insanlar için kullanılır ve apartman kapılarına "Pazarlamacılar giremez!" yazılır. Bu yanlış anlaşılmanın düzeltilmesi; günümüzde ulusların, şehirlerin ve müzelerin de pazarlandığı ve pazarlanması gerektiğinin anlaşılması gerekiyor.


Pazarlamak "satmak", pazarlamacı da "eskimoya bile buzdolabı satan kişi" demek değildir. Pazarlama kavramı, ihtiyaç ve beklentilerin tespit edilmesinden, bu ihtiyaçların karşılanmasına ve daha sonra geri bildirimlerin alınarak değerlendirmelerin yapılmasına kadar çok geniş bir süreci kapsayan bir faaliyetdir. Pazarlamanın, bir kurumdaki bütün faaliyetleri kapsayan bir üst disiplin olduğu söylenebilir. Eğer pazarlama kavramını müze kurumu için açıklamaya çalışırsak; pazarlama, ziyaretçilerinin ihtiyaç ve beklentilerinin tespitinden, bu beklentilerin karşılanabilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılması ve sonra geribildirimleri alarak değerlendirmelerin yapılması ve eksiklilerin tamamlanması sürecini kapsar. Diğer bütün süreçler iç işleyişleri düzenlerken pazarlama müzenin dışarıyla iletişimini sağlar. Yani müzenin pazarlanması ziyaretçilerin ihtiyaç ve beklentilerini göz önünde tutarak müzenin bu yönde geliştirilmesi ve bu yolla daha çok ziyaretçinin, müzeden daha etkin bir şekilde faydalanmasının sağlanmasını sağlar. Yapmış olduğumuz bu tanımdan da anlaşılabileceği gibi pazarlama satış demek olmadığı gibi sadece reklam demek de değildir. Evet satış da reklam da pazarlamanın birer parçasıdırlar ama sadece bunlar değildirler. Burada asıl önemli olan ihtiyaç ve beklentiilerin karşılanması ve geribildirimler yoluyla bu sürece süreklilik kazandırılmasıdır. Pazarlama müzenin gelirlerini arttırması için kullanılan bir yol değil; ziyaretçilerin müzeden daha etkin bir şekilde faydalanabilmeleri için kullanılan dinamik bir süreçtir.

Bazıları müzenin pazarlamaya ihtiyacı olmadığını, müzenin amacının kültür varlıklarını ve onların bilgisini korumak olduğunu ya da müzenin pazarlama faaliyetlerine ayıracak gelirinin olmadığını düşünebilir. Oysa ki Uluslararası Müzeler Komisyonu ICOM'un tanımına göre müzenin tek sorumluluğu kültür varlıklarını toplamak, korumak ve sergilemek değil; aynı zamanda bu nesnelerin iletişimini de yapmaktır. Bunun anlamı müzenin sadece sergiler düzenlemek ve kitaplar basmakla yetinmeyip bu sergileri daha çok sayıda ziyaretçiye ulaştırmak zorunda da olduğudur. Müze pazarlama araçlarından imkanları ölçüsünde faydalanarak süreli ve sürekli sergilerinin iletişimini yapmalı ve daha fazla sayıda kişinin ilgisini müzeye çekmelidir. Böylece varoluş amacını daha iyi yerine getirmiş olur. Yöre halkıyla iletişimi kuvvetli küçük ölçekli yerel bir müze, dünyanın en önemli kültür varlıklarına ev sahipliği yaptığını düşünen ama ziyaretçisi olmayan bir müzeden daha faydalı ve anlamlı bir müzedir.

Müzelerde pazarlama fonksiyonunun önemi en iyi Sultanahmet bölgesindeki müzelerin ziyaretçi sayıları ile anlatılabilir. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı DÖSİM'in sitesinde yayınlanan 2008 yılı müze ve örenyeri istatistiklerine göre Sultanahmet bölgesindeki müzelerin ziyaretçi sayıları şöyledir

Müze Adı

Ziyaretçi Sayısı

TOPKAPI SARAYI MÜZESİ

2.526.251

AYASOFYA MÜZESİ

2.206.968

ARKEOLOJİ MÜZESİ

362.744

TÜRK VE İSLAM ESERLERİ MÜZESİ

102.787

MOZAİK MÜZESİ

39.473


Birbirine yürüme mesafesindeki bu müzelerin ziyaretçi sayılarının arasında uçurumlar var. Topkapı Sarayı Müzesi ve Ayasofya Müzesi bu kadar çok ziyaretçi alırken; dünyada müze olarak inşa edilmiş birkaç binadan biri olmasının yanısıra çok zengin arkeolojik kalıntılara ev sahipliği yapan Arkeoloji Müzesi ya da Türk ve İslam kültürünün eşsiz örneklerine ev sahipliği yapan Türk ve İslam Eserleri Müzesi ve Büyük Bizans Sarayın'nın mozaiklerini yerinde sergileyen Mozaik Müzesi'nin ziyaretçi sayıları neden bu kadar düşük? Bu müzelerin koleksiyonlarının Topkapı Sarayı Müzesi'nden daha az ilgi çekici ve değersiz olduklarını mı düşüneceğiz? Tabiki hayır. Bunun tek bir sebebi var o da bu müzelerin Topkapı Sarayı Müzesi ve Ayasofya kadar "tanınmamaları" yani "pazarlanmamaları". Ayasofya Müzesi dünyanın her yerinden ziyaretçileri ağırlıyor ve herkes tarafından biliniyor. Oysa ki Mozaik Müzesi'nin çoğu İstanbullu bile nerede olduğunu bilmiyor. İşte burada devreye pazarlama giriyor. Mozaik Müzesi'nin ziyaretçi ihtiyaç ve beklentilerine göre yeniden düzenlenmesi, Müze'nin yerel ve uluslararası alanda tanıtılması gerekiyor. O zaman Sultanahmet'e gelen yerli veya yabancı bir turist Mozaik Müzesine de uğraması gerektiğini düşünmeye başlayacaktır.


Bütün bu anlattıklarım müzelerin pazarlanması gerekliliğine benim inandığım kadar sizleri de inandırmışmıdır bilmiyorum. Ama en azından artık müze ve pazarlama kelimelerinin yanyana kullanımından rahatsız olmayacağınızı umuyorum.

21 Nisan 2009 Salı

Santral İstanbul ve Haritasız Sergisi

Hafta sonu Bilgi Üniversitesi'ne bağlı Santral İstanbul'daydık.

Bienallerden sonra sanat algımızı baştan sona değiştiren video enstalasyonlarının bolca yer aldığı Santral İstanbul'un Haritasız sergisini kaçırmamanızı öneririm.
Sergilenen enstalasyonları ve tabiri caizse cihazları kullanabilmek için bazen görevlilerin desteğine ihtiyaç duyabiliyorsunuz.

Örneğin yıllarımız gitara vermeme rağmen LED'li gitarı kendi başıma bir türlü çalıştıramadım. Görevli arkadaşların yardımıyla gitardan ses çıkartabildim, bu seferde bu işin sergiye nasıl bir katkı sağladığını öğrenmek istedim. Ancak ne eserlerin yanındaki açıklamalarda ne de görevlilerde yeterince "bilgi" vardı...

Serginin amacının eserlerin varoluş amacını düşünmeden tamamen deneyimlemek olduğunu varsayarak bütün "eser"leri denemeye başladık. Harften şehilerin ortasında tur atan bisiklet ne kadar anlamlıysa, magnezyum tozu serpilmiş odada pas pas yaparak etrafı yeşile boyamak o derecede anlamlandıramadığım bir aktiviteydi.
Google images üzerinden çalışan uygulama ise en beğendiğim enstalasyon/eser/video gösterisiydi. 3 tarafı perdeyle kaplı bir odaya girip, önünüzdeki klavye yardımıyla yazdığınız kelimeye ait resimler Google'dan bulunarak anlamadığım bir mantıkta ve garip bir müzikle perdeye yansıtılıyor.

Kendi adınızı yazarak, resimleriniz perdede görmek ve eserin bir parçası olduğunu düşünmek güzel bir şey :)


Vaktiniz kalırsa eski elektrik santralinin alt katındaki lise 1 fizik deneylerini denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. İTÜ deneme bilim merkezindeki aletlere benzeyen deney düzeneklerinde birçok fiziksel kuramın doğruluğunu bizzat test ediyor, sonra da bu aletlerin sergiyle nasıl bir bütünlük sağladığını düşünmeden edemiyorsunuz...

16 Nisan 2009 Perşembe

Elimizden Kayıp Giden Bilgi: Ziyaretçi Araştırmaları


Dünyadaki ve Türkiye'deki müzeleri her yıl binlerce hatta milyonlarca kişi ziyaret ediyor. Bu ziyaretçiler farklı demografik özelliklere, farklı kişiliklere, alışkanlıklara, ilgi alanlarına sahip ve hepsinin müzeye gelmek için başka başka sebepleri var. Peki biz bu ziyaretçilerin müzeye "neden geldiklerini", müzede "ne yaptıklarını" ve müzeden "ne kazanarak ayrıldıklarını" biliyor muyuz? Eğer bahsettiğimiz müze Türkiye'deyse cevap ne yazık ki hayır olacak.

2008 yılında Türkiye müzeleri hala "kafa sayıyor". Müzeye kaç kişinin geldiği bilgisi de tek başına birşey ifade etmiyor. Oysa ki gelen her ziyaretçi müze için eşsiz bir "kendini değerlendirme" fırsatı. Müze, ziyaretçi araştırmalarından faydalanarak misyonunu ne ölçüde gerçekleştirebildiğini ve en önemlisi eksiklerinin neler olduğunu öğrenebilir. Ziyaretçilerinin kimler olduğunu bilmeden müze nasıl ziyaretçileri tatmin edecek bir sergileme yapabilir, eğitim programları düzenleyebilir ya da müze dükkanında neler satacağına karar verebilir? Tabiki bu sorunun cevabı müzenin bu bilgilere sahip olmadan bu konularda verdiği kararların doğruluğunu kanıtlayamayacağıdır. Bu şekilde ancak deneme-yanılma yoluyla karar verilebilir ki bu da müze gibi kâr amacı gütmeyen bir kurum için fazlaca büyük bir risktir.

İngiltere'nin başkenti Londra'da bulunan Victoria&Albert Müzesi yaptığı ziyaretçi araştırmalarının bir kısmını sitesinde yayınlamakta. Müzenin internet sitesinde yer alan 2004 yılında gerçekleştirilmiş araştırmalardan biri "V&A Müzesi'nin Aileleriyle birlikte 5 yaşından küçük çocukların ihtiyaçlarını ne ölçüde karşılayabildiğini ve bunun gelecekte nasıl geliştirebileceğini" ele alıyor. Bu kişilerin müzeye neden geldiğini, ziyaretçiler içindeki oranını, hangi hizmetlerden faydalandıklarını, eğlenip eğlenmediklerini, diğer müzelerde ailelerin nelerle ilgilendiğini ve müzenin "aile-dostu" olabilmek için daha neler yapması gerektiğini ele alan bu çalışma bize Türkiye'de ulaşmamız gereken nokta konusunda bir fikir veriyor bence. Bunun gibi bir başka araştırma da "müzede yapılan süreli sergilerin hedeflerine ne kadar ulaştığını inceleyen"bir araştırma ve "audio guide'ların dizaynı" konusunda başka bir ziyaretçi araştırmasını incelemek mümkün. Ve tabii bunlar gibi birçok başka araştırmayı... Bu araştırmalar incelendiğinde Türkiye'deki durumun vehameti daha da çok ortaya çıkarmakta.

Peki ya Türkiye'de bu konuda neler yapılıyor? Ziyaretçilerden neler öğreniliyor diye sorduğumda aldığım cevap herhalde beni tatmin etmediği gibi sizi de tatmin etmeyecektir. DÖSİM'in sitesinden elde edebildiğim tek ziyaretçi bilgisi geçen yıl müzeleri "kaç kişinin" ziyaret ettiğidir. Bırakın "5 yaşın altında çocuklu kaç ailenin" geldiğini, kadın ve erkek sayısını bile öğrenemiyoruz!

Müzeler birer koleksiyon deposu değiller bunu artık hepimiz biliyoruz. Müzeler için koleksiyon toplamak bir amaç değil bir araç olmalı. Müzeler asıl nesne hakkındaki bilgiyi(ki nesnenin kendisi de bu bilginin bir parçasıdır) toplamayı, korumayı ve bunu toplumla paylaşmayı hedeflemelidir. Bilginin merkezi olması gereken müzeler -kendileri için önemli olan- ziyaretçiler hakkındaki bilgiyi bu şekilde kaybetmemelidirler. Nasıl ziyaretçiler müzeden birşeyler öğreniyorlarsa; müze de ziyaretçilerinden öğrenebilir. Türkiye'de 2008 yılına kadar müzeler ziyaretçilerinden öğrenme ve kendilerini, yararı için kuruldukları kişilerin istek ve beklentilerine göre yenileme imkânını kaçırdılar. Bu bilgiler elimizden uçup gitti ve geri gelmeyecek. Ama umarım bundan sonra Türkiye müzeleri ziyaretçilerine daha fazla kulak vermeye, onların beklenti ve şikayetlerini dinlemeye başlar ve kendini bu doğrultuda yeniler. 

9 Nisan 2009 Perşembe

Müze Markası


Ticari Bir Kavram Olarak Markanın Tarihsel Gelişimi:

  - İlkçağlarda marka ürünlerin üreticilerini temsil eden sembollerdi (Marka= Üretici)

  - Ortaçağda marka ürünün kalitesini ve güvenilirliğini temsil ediyordu (Marka= kalite ve güvenilirlik)

  - Sanayi Devrimiyle birlikte farklı üreticilerin aynı özelliklere ve kaliteye sahip çok sayıda ürün üretmesiyle ve pazarlama faaliyetlerinin hız kazanmasıyla beraber “farklılaşma” ön plana çıktı ve marka benzer ürünler arasındaki “farklılığı” ifade etmeye başladı. (Marka=farklılık)

  - Günümüzde ise marka kavramı kalite,güvenilirlik, farklılık gibi ürünün özelliklerini vurgulayan bir kavram olmanın ötesinde başlı başına bir değerdir. Bugün birçok firmanın marka değeri aktiflerinin toplamının çok çok üzerindedir. Dolayısıyla marka artık üründen bağımsız olarak bir değerdir ve tüketicinin satın aldığı şeydir. Yani günümüzde ürün üreticinin ürettiği bir şeyken ;marka tüketicinin satın aldığı şeydir. (Marka= Tüketicinin kimliği)

Kâr Amacı Gütmeyen Kurumlarda Marka Kavramı:

Kâr amacı gütmeyen kurumlarda “marka” tanımı ticari markalardan bazı noktalarda farklılık gösterir. Ticari markalarda hedef kârı maksimize etmekken kâr amacı gütmeyen kurumlarda marka ile hedeflenen güvenilirliği ve sürekliliği vurgulamaktır. Tabi ki ticari markalar da güven ve süreklilik duygusu yaratmayı hedeflerler. Burada belirtilmek istenen fark ticari markan için gelir elde etmek bir amaçken kâr amacı gütmeyen kurum için bir araç olmasıdır. Kâr amacı gütmeyen kurumlar elde ettikleri geliri asıl hedeflerini gerçekleştirmek için bir araç olarak kullanırlar. Oysa ki ticari işletmeler markayı nihai hedefleri olan gelir elde etmek için kullanırlar.

Bütün başarılı “kâr amacı gütmeyen kurumlar” birer markadır. Kızılay, UNICEF, TEV gibi kurumlar isimleriyle güven ve süreklilik duygusu uyandırırlar. Bu kurumlara bağış yapan ya da gönüllü olarak destek veren kişiler katkılarının doğru kanallarla doğru kişilere ulaştırılacağından şüphe duymazlar ki bu da başarılı bir kâr amacı gütmeyen marka olmanın en önemli kuralıdır.

Müze Markası:

Müzeler de birer “kâr amacı gütmeyen kurum”dur. Maddi bir kazanç amacıyla kurulmamış olan bu kurumlar toplumun hatta insanlığın ortak kültür mirasına ev sahipliği yapan, geçmişimizi bugünümüze taşıyan ve geleceğimizi şekillendirmek için kullanabilmemiz için bize sunan yerlerdir. Uluslar arası müzeler komitesi olan ICOM’un 2007 yılında güncellediği tanıma göre müze “Toplumun ve onun gelişiminin hizmetinde olan, topluma açık , araştırma, eğitim ve eğlence amaçlarıyla insanlık ve çevresi hakkındaki somut ve somut olmayan kültür varlıklarını toplayan, koruyan, iletişimini yapan ve sergileyen, kâr amacı gütmeyen, sürekli kurumlardır.” Bu tanıma göre müzenin varoluş amacını gerçekleştirebilmesi ancak ziyaretçinin ilgisini müzeye çekebilmek ile gerçekleşebilir. Müze topladığı ve koruduğu eserleri düzenlediği sergiler ve iletişim araçlarını kullanıp, ziyaretçileri müze ile etkileşime geçirerek misyonunu gerçekleştirebilir.

7 Nisan 2009 Salı

Müze-pazarlama.com'un amacı

Arkeoloji müzesinde pazarlama
Bu site Müzecilik ile profesyonel ya da akademik anlamda ilgilenen kişiler için bir buluşma ve paylaşım ortamı olmayı hedeflemektedir. Güncel hayatımızda da giderek daha fazla yer alan müzeler giderek daha fazla göz önünde olmaya, eleştirilmeye ve ilgi görmeye başlamışlardır. Bu da müzelerin kendilerine daha fazla özen göstermelerine, giderek artan talepleri karşılamaya çalışmalarını gerektirmiştir. Bu durumda "müzecilik" bir meslek disiplini olarak önem kazanmıştır. Müzelerin de kültür kurumları olmalarına ve kar amacı gütmemelerine karşın kurumsallaşmaya ve işletme biliminin fonlsiyonlarından faydalanmaya ihtiyaç duydukları ortaya çıkmıştır.

Ortaya çıkan bu yeni durumda görev müzecilere düşmektedir. Farklı disiplinlerin bir arada çalışabilemesinin zorunlu olduğu müze ortamında sağlıklı bir çalışma ortamının yaratılabilmesi için kurumsallaşmanın benimsenmesi, misyon-vizyon tanımı, politikaların oluşturulması, insan kaynağının planlanması, pazarlama, halkla ilişkiler,finans gibi fonksiyonların müzelere uyarlanması konusunda atılması gereken önemli adımlar müzeciler sayesinde atılacaktır.

Bu sitede yer verilecek olan yazılar ve destekleyici dökümanlarla Türkiye müzeciliğinin karşılaştığı problemler, bunları nazıl çözebileceği, dünyada bu problemlerin nasıl çözüldüğü ve müzecilik bilimine ne gibi yeniliklerin getirilebileceği üzerine paylaşımlar olacaktır. Bunun dışında bir etkinlik takvimi oluşturulmaya çalışılacak ve böylece etkinliklerin bir yerden takip edilebilmesi sağlanmaya çalışılacaktır.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...